bugün
yenile
    1. 5
      +
      -entiri.verilen_downvote
      1800'lerde Colorado sınırlarından geçen tren yolları yapıldı. Tren yolu güzergahındaki topraklar, zengin yeraltı kaynaklarına sahipti. Paranın kokusunu alan müteşebbisler civarda maden ocakları kurmaya başladı. John D. Rockefeller Jr. da soyadına yakışanı yapıp bir şirket kurdu: Colorado Petrol ve Demir Şirketi. Maden ocaklarının yakınlarına da Trinidad adlı bir kasaba kuruldu ve madenciler buraya yerleştirildi. Madenlerde çalışma şartları hem zordu, hem de işçilere kötü muamelelerde bulunuluyordu.13–14 yaşındaki çocuklar yerin altında çalıştırılıyordu ve madenlerde ölüm sayıları çok yüksekti. Buna karşılık, madenciler düşük ücretlere çalıştırılıyordu. Ödemeler ise dolar olarak değil, sadece şirketin kamplarında (bkz: trinidad) geçerli olan kuponlarla yapılıyordu. Haliyle madenci kamplarında insanlar, şirkete bağlı kalmak zorundaydılar. Eğitim ve sağlık hizmetlerinde de belirleyici olan yine şirketti. Şirket o bölgede devlet gibi bir yapıydı anlayacağınız. Amerika Birleşik Maden İşçileri Sendikası, Colorado Madenlerinde işçilere gösterilen kötü muameleyi sonlandırmak için 1913'te Trinidad’a bir genel merkez kurdu. Sendikanın kurulmasıyla beraber madenciler arasında örgütlenme çalışmaları başladı. Yaşananlardan kimse memnun değildi ve ara sıra baş kaldırmaya çalışıyorlardı ama devletvâri bir mekanizmaya karşı elden ne gelirdi ki? Fakat takvim yaprakları 16 Ağustos 1913'ü gösterdiğinde o güne kadar süregelmiş küçük kıvılcımları alevlendiren bir olay oldu: Gerald Lippiatt vurularak öldürüldü. Lippiatt, örgütlenme faaliyetlerinde aktif rol alarak maden işçilerinin sempatisini kazanan biriydi. Olayın üzerine sendika, Colorado'da bir sendika kongresi hazırladı ve kongrenin ardından Colorado Kömür Grevi, madenciler tarafından başlatıldı. Grevin başlamasıyla maden şirketlerinin patronları, Colorado Springs'de toplandılar. Toplantıda sendikanın taleplerini reddetmeye ve grevi, ne pahasına olursa olsun durdurmaya karar verdiler. Akabinde patronlar, işçileri kaldıkları yerlerden çıkarttılar. Yerlerinden olan işçiler, sendikanın verdiği destekle civardaki tepelere çadır kentler kurdular. Grev çadır kentlerden devam etti. Çadır kentlerin en büyüğü olan Ludlow grevin merkez üssüydü denilebilir. Hatta toplantılar için ahşap bir sahne dahi yapılmıştı. Çok geçmeden Rockefeller'in kiraladığı adamlar, çadır kentteki madencileri ve ailelerini rahatsız etmeye başladılar. İşçiler ise geri çekilmeyerek mücadeleye devam ediyorlar, direniyorlardı. Öyle ki bazen bu çekişmeler esnasında ölümler dahi oluyordu. Colorado Kömür Grevi giderek kızışıyor, çıkılması zor bir hal alıyordu. John Rockfeller ve diğer maden patronları grevi bitirip yaşananların üstünü kalıcı olarak kapatmak istediler. Bu noktada Rockefeller siyasi gücünü devreye soktu. Rockefeller, Ulusal Muhafızların giderlerini üstlenmiş, Colorado Valisi de 29 Ekim 1913 günü Ulusal Muhafızları, çadır kentlere yardıma çağırmıştı. 23 Eylül'den beri grev yapan maden işçileri, bulundukları yere doğru gelen Ulusal Muhafızları görünce kendilerine yardıma geldiklerini düşünerek onları alkışlarla karşıladılar. Ama işler sanıldığı gibi değildi. Gelenler onlara değil; para babalarına yardım etmek için oradaydılar. Grevi durdurmaya gelen Muhafızlar, maden işçilerini dövüyor, tutukluyorlardı. Yine de madenciler boyun eğmiyor greve devam ediyorlardı. Saldırıların dozu arttı ve Muhafızlar, kenti gören tepelerden çadırların üzerine mermi yağdırmaya başladı. Bunu gören madenciler de silahlarını aldıkları gibi karşılık vermeye başladılar. Çatışmalar devam ederken kadınlar ve çocuklar kaçışıyor, kendilerine sığınacak yer arıyorlardı. Onlar da muhafızlardan kaçmanın yolunu, çadırların altına açılan çukurlarda saklanmakta buldular. Akşam olunca Ulusal Muhafızlar, kente inip çadırları ateşe verdiler. Ludlow alevler içinde yandı. Muhafızların korku saçtığı olayların ertesi günü, tahrip olan telefon hatlarını onarmak üzere biri gönderildi. Görevli, yanmış çadır kenti dolaşırken dehşet verici bir manzarayla karşılaştı: Kent çadırlarının birinde demir karyola ile kapatılmış bir çukura rastladı. Görevli, karyolayı kaldırıp çukuru açınca on bir çocuk ve iki kadının yanmış bedenlerini gördü. Olay duyuldu ve ülkenin gündemine oturdu. Şirket ile işçiler arasındaki gerilim sürüyordu. Sendikanın faaliyetleri ve haberlerin yayılması, halkı hareketlendiriyor, o da grev ateşini biraz daha palazlandırıyordu. Sendika, grevcilere "silah başına!" çağrısında bulundu. Örgütlenen işçiler, Ludlow'da ölenlerin cenazesine katıldıktan sonra silahlandılar ve maden ocaklarını tahrip ettiler. Ludlow'da meydana gelen katliama tepki olarak düzenlenen protestolar, giderek ülkeye yayıldı. Maden işçilerine destek veren göstericiler, New York'taki Rockefeller yazıhanesi önünde yürüyüşler gerçekleştiriyorlardı. The New York Times ise hala aynı taraftaydı, madencilerin aleyhine haberler yapıyordu. Tabii burada Ivy Lee'ye bir parantez açalım. Kendisi halkla ilişkilerin babasıdır. Yaptığı PR çalışması ile katliamdan evvel de sevilmeyen bu zengin adamı halkın sevgilisi haline getiriyor. Hatta "işçiler paralı provokatörlerle yakıp yıktı ortalığı, suçu Rockefeller'a attı" iddiasıyla halkın suçu işçilerde aramasına neden olmuştur. Bugün Vikipedi'de bu adam (bkz: hayırsever) olarak tanıtılıyor. Yersen. Colorado'da olayların tansiyonu her geçen gün artıyor, ülkenin çeşitli yerlerinde destekçilerde tuzu biberi oluyordu. Bölgedeki patronlar da geri çekilmiyordu. Hal böyle olunca, nisan ayının sonlarına doğru Colorado Valisi Ammons, ABD başkanı Wilson'dan destek istedi. Bunun üzerine bölgeye federal birlikler gönderildi. Wilson tarafından yapılan müdahale etkili oldu ve çatışmalar sona erdi. Açılan davalar yıllarca sürdü ve katliamın sorumluları ceza almadan işin içinden çıktı. "İşçiler öldüyse onlar da tonla para kaybetti!" kaynak